
Günümüz dünyasında insanlar başlarını hep yukarı kaldırarak yaşıyor. Yukarı bakıyorlar çünkü değerli olanın orada olduğuna inanıyorlar: makamlar, ünvanlar, takipçi sayıları, şatafatlı arabalar, etiketler… Oysa ne gariptir ki, insanın gerçek değeri yukarıda değil; aşağıda, yere en yakın yerde gizlidir.
Bugün biriyle karşılaştığınızda, ona gösterdiğiniz saygı çoğu zaman onun "kim" olduğuna, "ne" olduğuna bağlıdır. Kravatına, mevkiine, kartvizitine, sosyal medya profiline… Müdürse, başkansa, generalse… Cümleleriniz değişir, beden diliniz değişir, ses tonunuz bile yumuşar. Peki ya garsonsa? Kapıyı açan görevliyse? Asansörde temizlik yapan bir emekçiyse? O zaman ne oluyor? Göz temasını bile gereksiz buluyoruz çoğu zaman.
Halbuki saygının kıymeti, onu yukarıya göstermekle değil, aşağıya gösterebildiğimizde ortaya çıkar. Çünkü yukarıya saygı, çoğu zaman mecburidir. Toplumsal kodlar, görgü kuralları, hatta bazen çıkar ilişkileri gerektirir bunu. Ama aşağıya gösterilen saygı, çıkar gözetmeyen bir yüreğin ürünüdür. O, içten gelir. O, karakterden gelir.
Bir insanı tanımak mı istiyorsun? Güçsüze, yoksula, senden olmayana, senden küçük olana nasıl davrandığına bak. Sekretere, çaycıya, apartman görevlisine, sokaktaki çocuğa, yaşlı bir kadına, kimsesize... O insanlarla konuşma biçimi, yüzüne mi baktığı yoksa üzerinden mi geçtiği, işte sana o kişinin kişilik haritasıdır.
Dünyada ne çok insan, saygıyı sadece "yukarı" doğru gösterilecek bir şey sanıyor. Oysa saygı yönlü değil, yaygındır. Bir binanın yalnızca çatı süsü değil, temeli gibidir. Temel ne kadar sağlam olursa, o kadar yükseğe çıkılabilir. Temeli zayıf bir bina nasıl yıkılırsa, kişiliği zayıf bir insan da öyle çöker. Eninde sonunda.
Gerçek saygı, üniformaya değil insana duyulandır. Statüye değil emeğe, menfaate değil vicdana dayalıdır. Kişiliğin vitrine değil, perde arkasına bakmak gerekir. Çünkü orası makyajsızdır, filtresizdir, doğal halidir insanın. Bütün maskelerin düştüğü yerde, asıl yüzler görünür. Orası, en çıplak aynadır insan için.
Saygı, sadece bir davranış değil; bir duruş, bir bakış açısıdır. Karşındakine değil, önce kendine duyulan bir hürmettir aslında. İçtenliği olan, samimi bir merhaba, yere düşen bir kalemi uzatmak, selamı alan değil veren olmak, işte gerçek kişilik orada yeşerir.
Kibirle büyüyen insan, aslında içten içe küçülür. Çünkü yukarıdan bakmak, aşağıyı küçümsemek değildir. Yukarıdan bakmak, çoğu zaman aşağıyı görememektir. Ve bu körlük, kişiliğin en tehlikeli boşluğudur. Gerçek büyüklük, kimsenin beklemediği bir anda, en küçük görülen kişiye gösterilen büyük saygıyla ölçülür.
Unutmayalım:
Birine iyi davranıyorsan çünkü “o biri”, bu kibarlık değildir; bu stratejidir.
Ama birine iyi davranıyorsan çünkü “o bir insan”, işte bu kişiliktir.
Ve biz, tam da bu farkta insan oluruz.
Facebook Yorum
Yorum Yazın